2 Ekim 2012 Salı

Beşiktaş 0-1 Sivasspor l Şampiyonlar Uyudu

Zirvedeki puan kayıpları ve Beşiktaş için Gaziantepspor deplasmanında yaşanılan mağlubiyetin telafisi anlamındaki Sivasspor müsabakası istenilen sonuçla bitmedi ve böylelikle altıncı haftayı şampiyon olmuş takımlar kazanamayarak geçti. Sivasspor dördüncü kez kalesinde gol görmezken; toplamda da yediği dört golle, geçen sezon yenilen dokuz golden uzak bir görüntü sergilemeye devam etti. Beşiktaş ise bu sezon ilk kez gol atamadı.

Blogun açılışından beri ilk Beşiktaş yazımız bu maça kısmet oldu. Genel olarak; sezon başı itibariyle rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Samet Aybaba kısa bir süre içerisinde büyük yol aldı. Bu taktik varyasyon, oyuncu tercihleri gibi futbolun belli başlı ifadelerinden görülebiliyor. Portekizlilerin sayısını azaltan Beşiktaş, artık belli bir düzen içerisinde. Daha bir bütün, daha bir takım görüntüsü. Buna yönelik yapılan transferlerin de gayet sonuç verdiği ortada, nokta atışı. Ama bu değişim sürecinde inişler, kopmalar olacaktır. Önemli olan bunları azami miktarda tutabilmek, kırılma anlarını artıya dönüştürebilmek. Örneğin; Gaziantep deplasmanında gelen maçı kaybetmeleri ilk kırılma noktası halini aldı. Üstüne gelen Sivasspor mağlubiyeti ile, Kadıköy deplasmanı şimdi bir kat daha önem kazandı.

Samet Aybaba, kaybedilen Gaziantepspor maçından tek değişiklik ile maça başladı. Hangi ruh haliyle penaltıya neden olan hareketi yaptığını hala anlamadığımız Sivok yerine, yeni transferlerden Escude vardı. Escude vardı ama Galatasaray maçında olduğu gibi, bu maçta da öyle kadroyu kapacak bir görüntü içerisinde değildi. İbrahim Toraman- Sivok ikilisi, ideal görünmeye devam ediyor. Sivasspor cephesinde ise Rıza Çalımbay, sezona iyi giren Kasımpaşa'yı yenen takımdan üç kişiyi değiştirmişti. Rajnoch- Doğa Kaya ve Grosicki kenara gelirken, yerlerinde Kadir Bekmezci- Adem Koçak ve Cerny vardı. Bu aynı zamanda; Adem ve Cerny için bu sezon ilk kez 11 şansıydı.

Beşiktaş için sezonun kilit noktalarından biri, takımın bir bütün olarak hareket etmesi. Bunun içinde; ön alanda pres yapılırken arada boşluk oluşmaması, defansif ve ofansif oyuncuların birbirini sürekli tamamlaması gerekiyor. Bu sağlanmadığı zaman, Beşiktaş'ın oyun kalitesi bir seviye alt düzeye iniyor. Rakip Sivasspor olsun, Gaziantepspor olsun önemli değil; alanlar verilmeye başlanıyor. Hatta 3-0 kazanılan SB Elazığspor maçında bile veriliyor. Sivasspor'a karşı da özellikle ikinci yarıda olmak üzere alanlar verildi ama bu sefer sorun ön alanda baskıyı etkin yapamamak oldu. İş sadece duran toplara kaldı. Tabii iki kişinin topa dokunup, üçüncü bir ismin topa vurması şeklinde değil. Bu tarz duran toplar, ilk görmeye başladığımız andan itibaren taraftarı olduğumuz bir yöntem olmadı. Hele de sonunda Uğur Boral'ın yaptığı saçma hata, bu duran topu iki kat değersizleştirdi.

Kadir ligin çift yönlü olarak en etkili oyuncularından biri; yukarıdan aşağıya liste yapılsa, Türk rotasyonu içinde Selçuk İnan'dan sonra kafaya da oynayabilecek durumda. Yanına da topu kullanmayı bilmesinin yanında defansif özellikleri de olan Adem'in gelmesi, şüphesiz Sivasspor orta sahasını oldukça güçlendirdi. Bu maçta da alan paylaşımı konusunda, önlerindeki Aatıf'dan aldıkları destek ile oldukça başarılıydılar. Böyle olunca; orta sahadan top çıkaran Fernandes etkili olamadı, Veli Kavlak pek görünmedi. Geçen maçlarda görünmeyen Necip Uysal ise, gözlerin diğer oyuncularda olmasını kullanıp ufak ufak parıltı verdi.

Bu ön alanda baskı kuramayıp, top geçirilemeyişini ikiz kuleleri ileri atarak çözmeyi planlayan Beşiktaş aslında iyi düşünse de; bu anlarda havadan oyunu fazla denememesi eksi bir gelişme oldu. Oysaki; Almeida iki kere ve Batuhan bir kere top geldiğinde toplara da iyi yükselip, bitirememişlerdi.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Fenerbahçe 0-0 Trabzonspor l İlk 20 Dakikalar

Son yıllarda gerilimi üst noktada yaşayan iki takımın mücadelesi başladığı gibi biterken, o görmek istemediğimiz gerilim sahneleri de rafa kalkmış bir görüntü içerisindeydi. Avrupa Ligi grup maçlarına 2-0'dan verdiği maç ile başlayan Fenerbahçe, bu maçta da kaldığı yerden devam etti ve Trabzonspor özellikle Olcan Adın ile fırsatları birer birer harcayınca, Kadıköy yenilmezlik serisini zar zor devam ettirebildi.

Meireles geldikten sonra taktik dizilişini takıma oturtan Aykut Kocaman, Mersin İdman Yurdu ve Marsilya maçlarında olduğu gibi 4-4-1-1 ile maça başladı. Bu iki maçtan farklı olan ise, Mersin maçında ileri uçta oynayan Kuyt yerine Hollandalı'nın sakatlığı nedeniyle Marsilya maçında da formayı alan Sow ve hafta içinde sol çizgide oynayan Caner Erkin yerine Stoch'du. Karadeniz temsilcisinde de Şenol Güneş, geçtiğimiz hafta Trabzon'da kazandığı Sivasspor maçından üç ismi değiştirerek sahaya çıktı. Kaleci Tolga Zengin sakatlık ile birlikte aldığı kaleyi yine sakatlık nedeniyle Onur Recep Kıvrak'a, tecrübe eksiği olan Zeki Yavru daha tecrübeli Celustka'ya ve Henrique'de yerini sakatlığı geçen Olcan Adın'a bıraktı. Takım ise kimi zaman 4-1-4-1 ve kimi zaman 4-2-3-1 ile sahaya dizildi.

Maçın gelişimini belli periyotlara ayırırsak daha sağlıklı bir analiz yapmamız mümkün olacaktır. Bu periyotlarda, oyunun gidişatı ile devrelerin ilk 20 dakikası ve son 25 dakikası olarak belirlendi. Özellikle ilk 20 dakikalarda Trabzonspor, rakip alanda çok arzulu bir baskı pres uyguladı. İyi bir pas trafiği kurulmasına rağmen, bu pres kaybedilen topların da Trabzonspor cephesinde kalmasını sağladı ve Fenerbahçe hücuma çıkmakta oldukça zorlandı. Kalesi baskı altına alındı. Bu dönem içerisinde Trabzonspor; beklerinden hücum katkısı, orta saha elemanlarının uzaktan şutları konusunda hep bir deneme halindeydi. Tek sıkıntı ise, bu tip bir oyuna uygun olan Janko'nun sahada olmamasıydı. Bu baskı dönemlerinde faydalı olabilirdi, tercih edilmedi.

İlk 20 dakikalarda oyuna hakim olan Trabzonspor, bunu son 25 dakikalarda biraz daha kontrole bıraktı çünkü bu baskı presin 90 dakika uygulanması mümkün değildi. İşte burada Fenerbahçe biraz rahatladı ama kendini ileri atacak gücü yine bir yerlerden bulamadı. Burada Fenerbahçe için bir ayrım daha yapabiliriz. Bu ayrım da; ilk yarının son 25 dakikası ve ikinci yarının son 25 dakikası şeklinde olur. İlk yarıda duran top dışında kanatları çok iyi kapatan Trabzonspor'a karşı en azından savunma arkasına sarkmaya çalışarak veya hata bekleyerek pozisyona girmeye çalışan Fenerbahçe, ikinci yarı bunu sadece duran topa bıraktığı gibi düşen kondisyon ile beraber arka tarafı da hiç kontrol edemedi. Çok geniş alanlar bıraktı ama şanslıydılar ki Trabzonspor bunları değerlendirip sonuca gidemedi.

Fenerbahçe için bu oyundan düşmenin bir kronikleşme haline geldiğini görüyoruz. Son dönemden Sivasspor maçı olsun, geçen hafta oynanan Mersin maçı veya hafta içi çıkılan Marsilya maçı. Henüz sezonun başında çekilen bu sıkıntı için de haliyle diyecek bir şey bulamıyoruz. Bas bas bağıran bu sıkıntı, kaybedilen puanlar olarak haneye dönüyor. Ağır darbeler alınıyor. Örneğin; Marsilya'nın Oyun Planı yazısında kaybedilse dahi sıkıntı olmayacak maç olarak nitelendirdiğimiz Marsilya maçında iki puan öyle bir bırakılıyor ki, oluşabilecek en kötü senaryo oluşuyor. Tabii Aykut Kocaman'da yaptıklarıyla, buna zemin hazırladı. Hatalardan ders almak yerine, aynı hatalar tekrarlandı. Sonuç olarak da bilinmezlikler içerisindeki bir Fenerbahçe ortaya çıktı.

Trabzonspor cephesinde ise kurulan orta saha düzeneği sonuç vermeye başladı. Bunun en büyük nedeni de, Sapara'nın artık sorumluluk alıyor olması. Hem defansif olarak, hem ofansif olarak sürekli oyunun içerisinde ve bölge paylaşımı konusunda yanındakilerle birlikte uyum içerisinde. Alanzinho'nun pres konusundaki başarısı da, bu düzen içindeki varlığını gerekli kılmaya yetiyor. Colman'ın da bu tarz pres konusunda başarılı olması, forma değişimini ilerleyen dönemlerde rahatlatacaktır.

Geriye baktığımızda; Trabzonspor'un direkten dönen iki topu, kaçan yüzde yüzlük pozisyonlara karşılık Fenerbahçe'nin bir direkten dönen topu ve net bir pozisyona girememesiyle deplasman takımının kaçırdığı iki puanı görebiliyoruz. Haliyle bu noktada da Fenerbahçe için oyunun gösterdikleri çok kötü olmasına rağmen, sonucun iyi olduğunu söyleyebiliriz.

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan, Bekir, Yobo, Hasan Ali, Mehmet Topuz (76 Semih), Meireles, M.Topal, Stoch (76 Cristian), Alex, Sow Sow (84 Recep Niyaz)

Trabzonspor: Onur Recep Kıvrak, Celustka, Mustafa Yumlu, Bamba, Emerson, Yasin Öztekin (81 Barış Özbek), Zokora (81 Henrique), Sapara, Olcan Adın, Alanzinho (89 Janko), Halil Altıntop

22 Eylül 2012 Cumartesi

Kayserispor 3-2 Eskişehirspor l Orta Saha

İçinde oldukça galibin kim olduğunu değiştirecek pozisyonlar barındıran maçın galibi, sezon başlangıcında zor günler geçiren ve galibiyete daha çok ihtiyacı olan Kayserispor'du. Sahaya yansıtmak istediklerini rakibine oranla uzun sürelere yaymayı başarmalarına rağmen skorun geç gelmesi ise, ilk haftalarda alınamayan puanlar ile takımda henüz oturmayan güven duygusuna bağlanabilir.

Sıkıntılı günler geçiren Şota Arvaladze, geçtiğimiz hafta Ordu deplasmanında sahaya sürdüğü kadrodan 3 kişiyi değiştirdi. Kırmızı kart görerek takımını 10 kişi bırakan Ertuğrul Taşkıran'ın yerinde Gökhan Değirmenci, vatandaşı Khizanishvili'nin yerinde Eren Güngör ve Ömer Bayram'ın yerinde de Riveros sahadaydı. Yine alışık olduğumuz gibi 4-2-3-1 dizilişi vardı ancak bu sefer anlayış olarak, 3'lünün ortasındaki isim daha çok 2'li merkez çıkışlı olan ve oyunun defansif yönünü daha iyi oynayan Abdullah Durak ile orta saha idare edilmeye çalışıldı. Rakip Eskişehirspor'da ise Ersun Yanal; sahasında 4-0 öne geçip, 4-2 kazandığı Gençlerbirliği maçından sadece Veysel Sarı'yı kesti ve Mehmet Güven'e şans verdi.

Maçın hemen başında görülen; Kayserispor'un topun arkasında kalıp, ileride top tutmayı çok iyi bilen Bobo'nun etrafında hızlı oyuncuları toplayarak sonuca gitme isteğiydi. Buna giderken temel kaynakları da, orta saha merkezinin kalabalık olmasıydı. Eskişehirspor orta sahası burada boğuldu ve ilk yarı boyunca karşılarında en az iki sarı- kırmızı formalı oyuncu gördüler. Bu topların devamında da Kayserispor'un istediği gibi, bolca kanatlarda bek oyuncusuyla teke tekler yakalandı. Mouche bu boşluklar sonucunda, çok hareketli devre geçirdi. Ortalarına; daha ilk dakikada Biseswar'ın boyu yetmedi, Bobo ön alan koşusunu yaptı ama dokunamadı ve bu ortalara izin vermemek için Eskişehirspor sertleşmek zorunda kaldı. Karşısındaki Akaminko sarı yedi, Kayserispor'un ilk golü bu alandan kullanılan bir duran toptan geldi.

Kayserispor'un bu kalabalık orta saha düzenine Eskişehirspor hiç cevap veremedi ama devrenin sonunda gelen duran top, imdadına yetişti. Aynı zamanda bu gol, maçın seyrini de bir anda değiştirdi. Tabii ki soyunma odasına 2-0 geride girmek ile, 2-1 geride girmek arasında çok fark var. Bir diğer anlamı; son iki hafta da altı puan alan takım güvenlenirken, dört maç boyunca sadece bir puanı olan takım panikledi.

Ersun Yanal'ın geçen haftadan kestiği tek isim olan Veysel Sarı, ikinci yarının başıyla birlikte Mehmet Güven'den tekrar formasını aldı. Burhan Eşer de, ilk devre sahada varlığıyla yokluğu belli olmayan Erkan Zengin'in yerine oyuna girdi. Bu değişiklikler Eskişehirspor'a belli bir ivme kazandırdı ama esas fark Kayserispor'un orta sahasından bazı isimlerin oyundan düşmesinden kaynaklandı. En dikkat çeken isim de; Salih Dursun'du. Önce hücumda takımının 3'e 2'yi çok kötü kullanmasına neden oldu ve farkı tekrar ikiye çıkaramadılar. Ardından da savunma önünde kaptırdığı top ile, Eskişehirspor'a fırsat verdiler. Kamara'nın sol çaprazdan şutu da, direkten döndü. Bu noktada Şota eleştirilebilir, durumun 2-2'ye gelmesini beklemeden bir hamle yapması gerekirdi. Çünkü uyarılar bariz bir şekilde gelmişti.

Eskişehirspor'un bulduğu ikinci golde de; Tello'nun koşusuna hiç kimsenin cevap vermemesi ve stoperlerin alanı kontrol edememesi çok ciddi bir eksi olarak hanelerine yazıldı. Sol bek çıkışlı olan Malik Fathi'nin, ilk yarıda da defanstan yollanan bir topu anlamsız bir şekilde bırakışı sonucunda Kamara'ya gelen top vardı. Bu tip bariz hataların geri dönüşü olmayabilir.

Skor eşitlendikten sonra ise maçın havası yine farklı bir hal aldı. Bu da; Okay Yokuşlu, Ömer Bayram ve Cleyton takviyeleri sonucu taze orta saha ile maçın başındaki durumun tekrarlanmasının bir sonucuydu. Çizgiden çıkarılan, boş pozisyonlarda kaçırılan pozisyonlar oldu ama sonunda Mouche ile gol geldi ve bizce maçı daha fazla hak edenin kazandığı bir sonuç oldu.

Kayserispor: Gökhan, Steinsson, Malik, Eren, Erdal, Abdullah (82 Ömer), Salih (65 Okay), Nunez, Bisesvar (82 Cleyton), Muoche, Bobo,

 Eskişehirspor: Boffin, Akaminko (88 Nuhiu), Servet, Angelo, Dede, Hürriyet, Mehmet (46 Veysel), Tello, Kamara, Necati, Erkan (46 Burhan)

21 Eylül 2012 Cuma

KDÇ Karabükspor 1-0 MP Antalyaspor l Karabük Cephesi

Sezona kötü başlayan ve ilk dört hafta boyunca galibiyeti bulunmayan Karabükspor, son anlarına "Skibbe istifa" sesleriyle girdiği maçı uzatma dakikalarında kazanarak ilk derin nefesini de almış oldu. Belki yine sahada oynanan oyun ilerisi için ışık saçan türden değildi ama, bu tip üç puanların önemi hepimiz tarafından iyi bilinmektedir. Karabükspor gibi geçiş dönemindeki bir takım için ise, iki kat önem içermektedir. Takıma zaman kazandıran, güven getiren bir galibiyet ile beşinci hafta kapandı.

Skibbe kafasındakileri henüz Karadeniz semalarındaki takımına yerleştiremedi. Bazen yanlış şeyler deniyor, bazen doğru ama hep bir deneme halinde. Bunun nedeni de; geçtiğimiz sezon oynanan oyunu oynatmak istememesi ve henüz bu anlamda olumlu bir şey görememiş olsak bile, yakından tanıdığımız bir hoca olması nedeniyle "pas oyununu" tercih ettiğini Galatasaray ve Eskişehirspor döneminden biliyoruz. Bülent Korkmaz döneminde "uzun top" oyununa alışan Karabükspor için de, bu değişim haliyle sancılı geçiyor. Takım Mehmet Yıldız tarzında bir forveti oyun içerisinde arıyor, top ile sadece bu düşünülüyor. Mehmet Yıldız- Ahmet İlhan ikilisi buluştuktan sonra ortaya konan oyun da, bu dediğimizi destekleyen argüman olarak önümüzde duruyor. Hem de Mehmet Yıldız, takımda bir çok isim gibi çok formsuz olmasına rağmen...

Karabükspor'un denemelerinden bahsederken, sahaya çıkan 11'deki isimlere bakmak bile yeterli aslında. Örneğin; ilk hafta ile ikinci hafta arasındaki oyuncu sayısı farkı 4, ikinci hafta ile üçüncü hafta arasındaki oyuncu sayısı farkı yine 4, üçüncü hafta ile geçtiğimiz hafta arasındaki oyuncu farkı ise tam olarak 8 ve geçtiğimiz hafta ile bu hafta arasındaki oyuncu sayısı farkı da 3. Bu hafta ile ilk hafta arasındaki farka bakacak olursak da, 6 oyuncunun değişmiş olduğunu görüyoruz. Oldukça fazla, hep bir arama çabası.

Oyuncular değişiyor ama değişmeyen tek bir şey var. Bu da; Karabükspor'un vasat oyunu. Bu maçta da özellikle oyuncu değişiklikleri gelene kadar, oldukça etkisiz ve oyun kontrolünü Antalyaspor'a bırakan bir anlayış vardı. Topun arkasında bekleyip, ileri uç elemanlarını fizik mücadeleye sokan bir anlayış. Tabii bir Mehmet Yıldız tarzı oyuncu olmayınca, İlhan Parlak sezona iyi girmiş olsa bile işe yaramadı. Ya da pres denemesi, sadece öndeki oyuncular denemeye kalkınca takımın boyunu açmaktan başka bir şeye sebep olmadı. Ya da beklerin vasat bile diyemeyeceğimiz performansı. Bir kere geldiler, onda da Karabükspor'un son dakikaları saymazsak tek baskısı geldi.

Skibbe, geçişi kolaylaştırmak amacıyla bu tip maçlarda aslında diziliş ile oynama yoluna gidebilir. Zira 4-2-3-1 taktiği, geçtiğimiz sezonun son direniş dönemini anımsatmaktan başka bir şey getirmiyor gibi gözüküyor ve oyuncuların saha içerisindeki halleri de bunu destekler görüntü içerisinde oluyor.

Karabükspor cephesinde şimdilik değineceğimiz son konu ise, Yiğit İncedemir. Bu kadar göz önünde olup, isminden defalarca bahsedilmesine rağmen hala aynı yerinde sayan ve hatta "overrated" olma konusunda son dönemlerin zirvesine yerleştirmemiz gereken bir isimdir kendisi. Dört büyüklere gitti gidiyor derken; oyun bilgisi çok düşük olup, oyuna katılımını bir türlü yapamaması bu yorumumuzun temel kaynağıdır. Oyuna katılım derken bahsettilerimiz ise, oynadığı pozisyonun gerekliliği olan rakip ataklarını kesme, pozisyon alma ve takımı oyuna başlatma.

Karabükspor: Tomic, Erdem, Muhammet, Mabiala, Seric, Yiğit, Birol, Shelton (75 Ahmet), Cernat (66 Mehmet Yıldız), İlhan, Bertul (56 Lua Lua)

Antalyaspor: Hakan, Koray, Emre Güngör, Janda, Ergün, Emrah, Uğur, Deniz, Mehmet Eren (72 Assaiti),Tita (87 Murat), Diarra (65 Ömer)

20 Eylül 2012 Perşembe

Marsilya'nın Oyun Planı

Spartak Moskova maçları sonunda yolunu Avrupa Ligi tabelasının olduğu tarafa çeviren Fenerbahçe, gruplardaki ilk maçın sonunda geriye baktığında büyük bir avantajı cebine koymuş olabilir. Fransa Ligi'nde ilk beş haftalık periyodu kayıpsız geçen tek takım ünvanıyla İstanbul'a gelecek olan Marsilya, oldukça moralli durumda. Grubun birinci torba takımılar ve formdalar, böyle bir ortamda da onları Kadıköy'de ağırlamak en ideal olanı gibi gözüküyor. Kaybetmek, ilk hafta itibariyle işlerin sonunu getirmez. Kazanmak, çok ciddi bir avantajı beraberinde getirir.

Marsilya ligde oynadığı beş maçın sonunda, ilk 11'den 9 oyuncusunu sabit olarak kadroya yazdı. Bunlar; kalede tecrübeli Mandanda, sezona orta sahada başlayan ama Azpilicueta'nın gitmesinin ardından sağ beke geçen Kabore, stoperler Nkoulou- Fanni, sol bek Morel, orta göbekte Cheyrou, önünde takımın yönlendiricisi Valbuena, onun solunda patlayıcı Andre Ayew ve forvette de yetenek abidesi Gignac olarak dikkat çekiyor. Değişen diğer isimler ise; gidene kadar forma giyen Azpilicueta, Jordan Ayew ile değişmeli oynayan Amelfitano ve orta sahada forma giyen Rafidine Abdullah ile Mbia.

Hafta sonu Nancy deplasmanındaydılar ve 1-0 kazandıkları maçta sahaya 4-2-3-1 dizilişi ile çıktılar. Değişken isimlerden ikisi, golün de sahibi Jordan Ayew ve Abdullah oldu. Özellikle gol gelene kadar, çok etkiliydiler. Golden sonra oyunu soğutma, Ayew'lerin geri çekilmesiyle 4-4-1-1'e kayan bir oyun izledik. Diğer maçlarda olduğu gibi de iyi pozisyon alan Marsilya, rakibine ciddi bir şans vermedi.


Marsilya'nın sahadaki birinci önceliği, kanatlar. Beklerden başlayıp, Valbuena'nın topun olduğu kanada gelip kısa paslaşmalar ile rakibi tartmak ilk tercihleri gibi gözüküyor. Buradan kaçırılan ön alan oyuncusu ve topun olduğu kanat göz önündeyken, olan da haliyle ters kanattan oluyor. Nancy maçında bunu sıkça denediler, üç kere başarıya da ulaştılar. Sadece sonunu getiremedikleri bu organizasyonun print screenlerini alıp, gördüğünüz gibi eklemeyi de yaptık. Bu organizasyonun en önemli parçası bekler ve kuşkusuz Valbuena, çok değerli bir oyuncu. Bunu destekleyen en önemli istatistik de; maç içerisinde ekranlara gelen topa değme rakamları. Marsilya'nın ilk üçü; sol bek Morel, Valbuena ve sağ bek Kabore şeklindeydi.

İkinci öncelikleri ise, değişken oyuncular. İleri hattın çok yönlü olması ve ön alandaki bütün bölgelerde oynayabilmesi takıma esneklik kazandırıyor. Yeri geldiğinde Gignac solda, yeri geldiğinde sağda gözükebiliyor. Bu akıcılıkta, pozisyon zenginliği getiriyor. Yine Nancy maçından gördüğümüz gibi; Gignac sağdan getiriyor, Valbuena bitirici koşuyu yapıyor ve Jordan Ayew'de pozisyon itibariyle geçtiği forvet bölgesinde stoperleri kendine çekiyor.

Tüm bunlar olurken, top kendilerinde değilken de presi eksik etmiyorlar. Topun olduğu bölgeye ciddi pres yaparak, rakibi hataya zorluyorlar ki bu konuda Fenerbahçe'nin eksik olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Sonuç olarak; kanatların önem kazanacağı bir maç bizleri bekliyor. Gökhan Gönül'ün formsuz olduğu dönemde önünde Mehmet Topuz'un olması bir şans, Hasan Ali Kaldırım'ın henüz tam oluru almamışken önündeki ismin Caner Erkin olması da bir gereklilik. Diziliş ise hafta sonu Mersin İdman Yurdu karşısında olduğu gibi, 4-4-1-1 olması isabetli olacaktır.

Manchester United 1-0 Galatasaray l Aslanlar Sahada

Galatasaray adına; yıllar sonra gelen Şampiyonlar Ligi ve Old Trafford'da kafa kafaya oynanan bir maç ile açılan perde, önümüzdeki maçlar öncesi moralleri en üst düzeye çıkarmak için gayet yeterli bir neden diyebiliriz. Şöyle geriye baktığımızda; 2 verilmeyen penaltı ve 3 tane direk ile temasa geçen top, bunu net bir şekilde ifade ediyor zaten.

Temsilcimiz, klasik olan bir 4-4-2 ile sahadaydı. Burada değişken olan ise, oyuncu tercihleriydi. Maç öncesi herkesin ikilemde kaldığı konu; Dany- Cris, Amrabat- Emre Çolak ve Burak Yılmaz- Elmander isimlerinden hangilerinin forma giyeceğiydi. Formayı kapan; Dany, Amrabat ve Burak Yılmaz'dı. Burada Dany'nin tercih nedeni hızı ki maç boyunca çok iyi performans ortaya koydu, bir iki geleneksel riskli hareketlerini saymazsak maçın etkili isimlerindendi. Amrabat son lig maçındaki performansıyla formayı kaptı ama erken oyundan düştü. Burak Yılmaz da koşu imkanı nedeniyle forma verilen isim oldu ama o da bunu pek gerçekleştiremedi.

Oyunun hemen başında Vidic'in amatörce yaptığı hareket sonucunda lehimize çok bariz olan bir çalınmayan penaltı ve Carrick'in kendini yere bırakmayıp golü atmasıyla birlikte Muslera'nın oyuna devam etmesini sağlaması ile ilk 10 dakika içinde iki kırılma anı sayabiliyoruz. Maçın genel şablonu da, bu ilk dakikaların bir kopyası gibiydi aslında. Buradan şekillenen bir oyun; hızlı takımlar, bol tempo.

Tempo konusunda Galatasaray'ın eksik kaldığı nokta, savunma- orta saha arasındaki bölgeydi ve buranın kurtlarından Manchester United da bunun farkındaydı. Bolca adam soktular, buradan oyunu bekine hiç yardım etmeyen Amrabat tarafına yığdılar. İki kara delik bağıra bağıra kendini gösteriyordu ve bu noktaların başka kurtlarından Fatih Terim de Hamit Altıntop- Amrabat değişikliği yaparak, Hakan Balta'yı ilk yarının ikinci kısmında rahatlattı. Manchester baskısını kırıp, oyunun kontrolünü sağladı. Bu hamleyle bir nevi, oyunu tuttu. Hamit Altıntop, maçın adamıydı. Tecrübenin ne demek olduğunu gösterdi.

İki kara delikten bahsetmişken; burada oyuncu performanslarına da bir değinmek lazım. Kendisi için vitrin maçı olan bu maçta, Hakan Balta sınıfta kaldı. Önündeki isimden hiç yardım alamamasına rağmen, 1'e 1'de çok çaresiz bir görüntü sergiledi. Yakışmadı. Türkiye şartlarında en beğendiğimiz sol bek kendisi olmasına rağmen, bunu gösteremedi. Melo, takımın en önemli bölgesinde ama hazır değil. Bir şeyler yapmaya çalışıyor, yapamıyor. Göze batıyor. Bu performans, yanındaki Selçuk İnan'ı da etkiliyor. Ayrı bir parantez olarak; Selçuk'un bu maçta etkisiz kalmasının bir diğer nedeni de, İngiliz futboluna uzak bir yapıda olmasıdır.

İngilizlerin yerleşik pozisyonu, alan savunması çok başarılıydı. Zaten Galatasaray topa sahip olsa da, bu noktada başarısız oldu. Selçuk playmaker olamadı, duvar aşılamadı. Mesela uzatma dakikalarında, kaleyi göstermediler. Bu dakikalar ölü dakikalar oldu. Burada temsilcimizin iyi yaptığı konu, hızlı hücumlardı. Temel beslenme noktasıydı. İyi çıkışlar, bitirilemeyen hücumlar. Bugün bitmez, yarın biter. Şöyle bir şey de var, bu topa sahip olma oranına rağmen bu savunmayı aşamadın ama Cluj ve Braga'ya karşı net bir adım öne geçersin. Bu anlamda önemli, çok önemli.

Manchester United: De Gea, Rafael, Evra, Evans, Vidic, Valencia, Carrick, Nani, Scholes (79 Fletcher), Kagawa (86 Wellbeck), Van Persie (81 Hernandez)

Galatasaray: Muslera, Eboue, Semih, Dany, Hakan, Hamit, Selçuk, Melo (79 Aydın), Amrabat (63 Emre), Burak, Umut (16 Elmander)

8 Eylül 2012 Cumartesi

Hollanda 2-0 Türkiye l Bir Doğru Bir Yanlış

Normal bir zamanda grubun birinci torba takımına karşı deplasmanda elemeleri açmak, belki sıkıntı olarak görülebilirdi ancak Hollanda'nın içinde bulunduğu durum nedeniyle, bu maça "en iyi dönem, bu dönem" sloganıyla hazırlanmıştık. EURO 2012'nin Hollanda için gösterdikleri ve bunların sonuçları, bu maçın zamanını en iyi dönem yapıyordu. Yeni bir hoca, yeni bir düzen ve yeni oynamaya başlayan oyuncular. Olmadı. Olmadığı gibi de; işin kötüsü, maç bizim açımızdan soru işaretleri ile birlikte geride kaldı.

Hollanda'ya karşı; 4-2-3-1'den ziyade, ön alanda yapılan pres ve orta saha- forvet arasındaki açılan mesafe ile 4-4-2 gibi sahaya dizilen bir Türkiye vardı. Aslında bunu rahatlıkla 4-2-2-2'ye de benzetebiliriz. Ön ikilimiz Arda Turan ve Umut Bulut'un yaptığı pres, kanatlardan ve merkezden yeterli desteği görmeyince bir sonuç vermedi. Burada Arda'nın karşı karşıya bir pozisyonu vardı diyebiliriz ama bunu daha çok, şok pres alanına dahil edebiliriz. Top rakipteyken, takım ciddi bir yerleşim sıkıntısı içindeydi. Bu yerleşim sıkıntısı, ikililer arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu. Açılan mesafeye de Van Bommel- De Jong frenlerinden kurtulan Hollanda, adam sokarak oyunu çok rahat genişletti. Yerleşim sıkıntısı yaşayan milli takımımız haliyle bek-açık mesafesini de koruyamadı ve genişleyen oyun ile, özellikle Robben kanadından da ciddi tehlikeler yedik.
Robben'in bu maçta çılgın atmasını, biraz da yerleşim sıkıntısı ve karşısındaki oyuncu seçimine bağlayabiliriz. Evet; Robben üst düzey bir oyuncu ve durdurmak oldukça zor ama ona alanı verirseniz, bunlar bir şey ifade etmez. Yerleşim sıkıntısı nedeniyle; mesela Tunay, bekine hiç yardım edemedi. Ağır Hamit Altıntop da haliyle bire bir yakalanınca, kariyerinin en kötü maçlarından birini çıkardı. Buradaki tek suçsuz ise, kendisidir.

Sorunlu tandemlerine uygulanmaya çalışılan pres düşüncesi kesinlikle doğruydu, ancak dediğimiz gibi uygulama şekli sınıfı geçemedi. Mesela Tunay Torun ve Sercan Sararer direk bu presin içinde olması gereken isimlerdi, destek olamadılar. Ya da takımı öne atmasıyla bilinen Emre Belözoğlu, o da aynı şekilde destek olamadı. Bu düşünce, ancak bu isimlerin de katılımıyla başarıya ulaşabilirdi. Destek gelmeyince, ulaşamadı. Haziran ayında Hollanda'nın savunma tandeminin prese karşı yaşadığı sorun dışında, bir diğer sorunları da ağır olmaları ve arkaya atılan toplara cevap verememeleriydi. Van Gaal, Heitinga'nın yanına daha seri bir oyuncu Martins'i ekleyerek bunu çözmeye çalıştı ama ona asıl yardımcı olan Selçuk İnan- Burak Yılmaz ikilisinin sahada olmamasıydı. Presi uygulamaya çalışıp, uygulayamadık. Arkaya top atmayı ise, sahaya çıkan oyuncular göz önüne alınırsa hiç düşünmedik bile. Bu nedenle rakip analizi ile birlikte; düşünceye bir doğru, bir yanlış. Uygulamaya ise sıfır doğru, iki yanlış diyoruz.

Oyuncu seçimi tartışması, milli maçların değişilmez konusudur. Bazı maçlar hafif sesle, bazı maçlar yüksek sesle. Bu maçta oluşan beklenti, kafalarda kurgulanan ve oynanan oyun ile özellikle bir ismi gündeme taşımıştır. Bu isim kuşkusuz; son yılların en istikrarlı, en formda oyuncusu Selçuk İnan. Maç sonunda Abdullah Avcı'nın taktik düşüncemiz nedeniyle tercih etmedik açıklaması da, maalesef bu konudaki talihsiz açıklamalardan bir tanesi olarak yerini aldı. Bu talihsiz açıklama veya geçmiş dönemleri de düşünüp açıklamaların nedeni ise; form grafiğine göre değil, oyuncu ismine göre yapılan seçimler. Bunun en bariz örnekleri de; Hamit, Emre, Nuri Şahin, Tunay ve Sercan'ın bu maçta oynamasıdır. Yoksa alternatifleri kenarda formda oyunculardan oluşurken, maç kondisyonu eksik olan isimlerin oynamasının bir açıklamasını biz yapamadık.

Hollanda: Krul, Janmaat (46 Van Rhijn), Heitinga (85 Vlaar), Martins Indi, Willems, Clasie (50 Fer), Narsingh, Strootman, Van Persie, Sneijder, Robben

Türkiye: Tolga, Hasan Ali, Semih, Emre (60 Nuri), Hamit, Umut, Tunay (81 Mevlüt), Arda, Mehmet Topal, Ömer, Sercan (69 Burak)